Bildiğiniz gibi Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecini, toprak reformu meselesi tetiklemişti. 14 Mayıs 1945’te, TBMM’nde ‘toprak reformu’ tartışılırken, öncülüğünü Adnan Menderes’in yaptığı dört CHP milletvekili bu reforma muhalefet etmiş, parti siyasetini de ağır bir şekilde eleştirmişlerdi. Sonradan Demokrat Parti’yi kuracak olan bu dört milletvekilinden biri Adnan Menderes’ti; toprak ağasıydı.

DEMOKRAT PARTİ GELİYOR
12 Haziran’da, tarihimize ‘dörtlü takrir’ diye geçen bir önergeyi parti meclis grubuna sundular; siyasi hak ve hürriyetlerin daha geniş anlamda kullanılmasına imkan verilmesini istiyorlardı. Önerge reddedildi; Celal Bayar istifa etti, diğer üçü ise partiden ihraç edildi. 7 Ocak 1946’da, CHP’den ayrılan Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü bir araya gelerek Demokrat Parti’yi kurdular.Demokrat Parti’nin kuruluşunu, siyasal düzeni ‘liberalleştirmek’ adına çıkarılan yasalar izledi; Türkiye çok partili hayata geçiyordu…

ABD’YE YELKEN AÇILIYOR
14 Mayıs 1946’da, Türkiye Sosyalist Partisi; 20 Haziran’da, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kapılarını açtılar. Türkiye’nin yeni siyasi hayatındaki yerlerini aldılar; çok partili bir hayata geçiliyordu. Ama bu uzun sürmedi; 13 Aralık’ta yöneticileri tutuklandı, her iki parti de kapatıldı.  Bu siyasi partilerin kapatılmasının dış siyasetle yakın bir ilgisi vardı. Sovyet Devlet Başkanı Stalin Türkiye’ye karşı tehditkar bir tavır almıştı; Boğazlar ve KarsArdahan meselesi. 14 Ağustos 1946 tarihinde Stalin’in talepleri reddedilmiş, ABD ile ilişkilerin geliştirilmesine karar verilmişti; sosyalist partilerin kapatılmasının nedeni buydu.
Türkiye yön değiştiriyordu…

MARŞAL VE TRUMAN YARDIMLARI GELİYOR
24 Eylül 1946’daki son Sovyet notasından sonra, ABD Başkanı Truman Kongre’de yaptığı konuşmada Türkiye’den yana tavrını dünyaya ilan ediyordu; Kongre’den Sovyet tehdidi altındaki Yunanistan ve Türkiye’ye toplam 400 milyon dolarlık yardım yapılabilmesi için yetki istemişti.
22 Nisan 1947’de Truman Kongre’den yardım yetkisini aldı; Truman Doktrini olarak tarihe geçti.
4 Temmuz 1948’de, savaş sonrası ekonomilerini tükenmiş olan Avrupa ülkelerini yeniden canlandırmak için ABD Dışişleri Bakanlığı’nın başlattığı ekonomik yardım planına Türkiye dahil edildi; bu da Marshall Planı olarak tarihe yazıldı.

SOVYET TEHDİDİ TÜRKİYE’Yİ ABD’YE SÜRÜKLEDİ
Sovyet Devleti Başkanı Stalin’in tehditleri karşısında ABD’ye yönelen Türkiye, ilk önce 1947’de ‘Truman Doktrini’ çerçevesinde 100 milyon dolarlık askeri yardım almakla Cumhuriyet kuruluş felsefesinde yer alan ‘öz kaynakların işletilmesi’ siyasetini terk etmiş, ABD’ye borçlanmakla kendine yeni bir yol açmıştı.
 Marshal Planı’nın ABD Meclisi’nce kabul edilmesi üzerine, dağıtılacak yardımın adil ve eşit olabilmesi için 16 Avrupa ülkesi bir araya gelerek ‘Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’ kurdular. Sonradan OECD(2) adını alacak olan bu teşkilata Türkiye, 1960 yılında üye oldu.

Ardından Marshall yardımı için Türkiye ve 16 Avrupa ülkesi sıraya girdiler ve 22 Eylül 1947’de bir ‘Ekonomik Kalkınma Programı’ hazırlayıp ABD’ye sundular. Yunanistan başta olmak üzere Türkiye dahil, Avrupa ülkelerinin sunduğu teklifleri inceleyen ABD altı milyar dolarlık yardım paketini ilgililere gönderdi; Türkiye de payına düşeni aldı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, hep Sovyet tehdidine bağlı olarak ABDİngiltere öncülüğünde bu karşı yapılanma devam etti…
17 Mart 1948’de, İngiltere, Fransa ve Benelüx grubu ülkeleri ‘Batı Avrupa Birliği’ni kurdular. Sonradan ‘Avrupa Birliği’ adını alacak olan bu teşkilata da Türkiye, 1959’da yılında üyelik için başvurusunu yapacak, yıl 2018, bu başvuru hala kesin bir sonuca kavuşamayacaktır. Dünyaya ‘komünizm tehlikesi’ olarak duyurulan Sovyet Rusya’nın yayılmacı politikaları karşısında 1948’e kadar bölgesel ülkeleri parasal yardımlarla destekleyerek pasif savunma tedbirlerine başvuran Amerika’nın bu politikası bir yıl sonra değişecek; ortak savunma ve güvenlik ihtiyaçlarına bir cevap olarak 4 Nisan 1949’da NATO(5) kurulacaktır. Hepsi bu değildi, dahası vardı…

TOPRAK REFORMU RAFA KALDIRILIYOR
Şimdi yeniden hatırlayalım; Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecini ve toprak reformu çalışmalarını… 193438 arasında topraksız köylüye çok ciddi oranda, 90.000 kadar aileye yaklaşık üç milyon dönüm toprak dağıtılmıştı. Amaç; topraksız köylüyü sahibi olacağı toprakta üretici hale getirmekti. Bu kanuna yönelik eleştiriler artınca bu kanunu getiren ve ısrarla savunan Ziraat Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu, Ağustos 1945’te bakanlıktan ayrılmış ve yerine bu kanunun baş muhalifi büyük toprak sahibi Cavit Oral, Ziraat Bakanı yapılmıştı. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, yaptığı ve itiraza uğramayan bir açıklamayla işin perde arkasını şöyle anlatıyordu;

‘Dönemin Başbakanı’nın anlattığına göre, Toprak Kanunu tasarısı hazırlandıktan sonra, aralarında Adnan Menderes’in de bulunduğu altı yedi kişilik bir toprak sahibi milletvekili grubu kendisini ziyaret edip tasarıda kendi lehlerine değişiklikler istemişlerdir. Saraçoğlu şöyle diyor; Bilhassa Adnan Menderes son bir gayretle, ameleye toprak vermemek ve verdirmemek için elden(gelen) gayreti sarf etmişti(6).’


1950’de, Demokrat Parti’nin tek başına olduğu dönemde bu kanunun bazı maddeleri değiştirildi, bazı yeni maddeler eklendi ve sonuçta, yukarıda sayılan gerekçelerdeki kanunun ruhu değiştirilerek uygulanmaktan vazgeçildi.

TOPRAK REFORMU RAFTA
Yıl 2018, Toprak Reformu hala yapılamamış olup Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde toprak ağaların elindedir. AKP Hükümeti üretime değil, toprağın tapusuna teşvik verdiği için, tapu da ağaların elinde olduğu için, köylü çalıştığı ve ürettiği toprakta teşvik alamamaktadır. Toprak reformu yapılamadığından da feodal ağalık düzeni yıkılamamıştır.

KÖY EĞİTMEN OKULLARI KAPATILIYOR
Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık %80’inin köylerde yaşadığı ve köylerin %90’ında okul olmadığı düşünüldüğünde, Cumhuriyet Köyleri Projesi bir kurtuluş reçetesiydi. Aydınlanmış halk özgür iradesiyle feodal ağalığın pençesinden kurtulacaktı. Bu projeyi hayata geçirecek insan kaynaklarının yetiştirilmesi Millet Mektepleri, Halk Dershaneleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Eğitmen Kursları, Köy enstitüleri ve Halkevleri ile düşünülmüştü… Hatırlayalım Sinan Meydan’ın şu sözlerini;

‘Çatısında al bayrağın dalgalandığı beyaz badanalı, tek katlı küçük köy okulları köylere Cumhuriyeti, uygarlığı, bilgiyi, aydınlanmayı getirmişti. Öğretmen köye tarımda, hayvan bakımında sağlık konusunda bilgice yardımcı oluyordu. Köy İhtiyar Heyeti’nin katipliğini yapıyordu. Köylü, el altından dinsiz diye tanıtılan köy eğitmenlerinin dini de iyi bildiklerini görüp ayılmaktaydı. Öğretmen köylüyle aynı dili konuşuyordu; Hepsi köy kökenliydi çünkü. Köyü, köylüyü iyi biliyordu. Köy için yetiştirilmişlerdi.’
17 Nisan 1948 tarihli bir genelge ile Köy Eğitmen Kursları kapatıldı.

KÖY ENSTİTÜLERİ VE HALKEVLERİ KAPATILIYOR
19 Ocak 1932’de Halkevleri faaliyetlerine başlamıştı. Amaç; eğitim-kültür ve aydınlanma seferberliğiyle aydın, bilgili ve bilinçli bireyler yetiştirmekti. Hatırlayalım Sinan Meydan’ın sözlerini; ‘Halkevleri, o döneme kadar gençlerin okul ve arkadaş çevresiyle, yetişkinlerin cami ve tarikat çevresiyle sınırlı olan mekansal çerçeveyi genişletmesi ve böylece yeni ve çağdaş bir toplumsal katılım anlayışı yaratması ile sosyal bir devrim niteliği taşımaktadır’.
Halkevleri 2 Mayıs 1951’de kapatıldı, ancak 21 Mayıs 1961’den sonra Kültür Dernekleri adıyla yeniden çalışmaya başlayacaktır.

Köy Eğitmenleri Projesinden amaç; köy öğretmeni ve meslek erbabı yetiştirmekti. Tarım, büyük ve küçükbaş hayvancılığı, inşaat, müzik, el sanatları gibi köylünün günlük yaşamının ayrılmaz parçası olan bu alanlarda yetiştirilen kız öğrencilere köy hayatının geliştirilmesinde önemli bir vazife verilmişti. Tarlalarda ve sınıfta fedakarlık ruhu içinde pratik eğitim gören Enstitü mezunları, köylerde cehalet, yoksulluk, bağnazlığın amansız düşmanıydılar. Özellikle kız mezunlar, gönderildikleri köyün öğretmeni, ebesi ve sağlık memuru olmuşlar, köy yaşamında önemli birçok eğitim ve hizmet işlerini büyük bir coşku içinde yerine getiriyorlardı.
Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954’te tamamen kapatıldı.

SONUÇ
Türkiye’nin Batılı demokratik ülkelerle ve özellikle ABD ile olan yakınlaşması, Türkiye’de
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve çok partili sistemin hayata geçmesiyle daha da hızlandı. Türkiye, 1950’deki Kore Savaşı’na, 25 Temmuz 1950’de aldığı kararla 4.500 asker gönderdi, 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan’la birlikte NATO’ya kabul edildi. Tüm bunlar hep Sovyet tehdidiyle başlamıştı ama 30 Mayıs 1953’de, Sovyetler Birliği Türkiye’ye gönderdiği nota ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attığı Boğazlar ve Kars-Ardahan taleplerinden vazgeçtiğini resmen açıklayacaktır.

Sovyet idarecilerinin bu açıklamaları da Türkiye’yi bu körlemesine Batı’ya kayan siyasetini doğrultmaya yetmeyecekti; Türkiye, 1945’te olduğu gibi 1953’den sonra da Batı’yla yakınlaşmaya devam edecek ve Soğuk Savaş’ta tercihini Batı Blok’undan yana yapacak, bu da ABD’nin Türkiye’de üzerindeki etkisi daha da arttıracaktır.

Sovyet tehdidini unutmayan Türk siyasetçileri, 40’lı yılların sonlarından 60’lı yılların ortalarına kadar bütünüyle Batı ve özellikle ABD paralelinde bir dış politika yürütecek; Türkiye üzerindeki bu eski Sovyet talepleri Türkiye’nin iç ve dış politikasında, ekonomik ve diplomatik tercihlerinde uzun yıllar boyunca etkili olacaktır.Türkiye, Doğu’daki Kürt Sorununa çözüm siyasetinden uzaklaşarak Batı’ya yönelirken aynı zamanda Cumhuriyet’in laik değerlerinden de uzaklaşıyor, Atatürk devrimleriyle güç kaybetmiş olan şeyhleri yeniden sahaya çıkaracak bir dini siyasete de yelken açıyordu...

Erdal Sarızeybek

Bunlar da İlginizi Çekebilir

SARIZEYBEK MEDYA

Güncel Haber www.sarizeybekhaber.com.tr
Güncel Araştırma www.bilgeturkstrateji.com
Video Haber www.bilgeturktv.com
Özel Haber www.e-sarizeybek.com
KİTAP www.sarizeybekhaber.com.tr
ÖZGEÇMİŞİ